Ana Sayfa
İletişim
Islam Tarihi
Bayanlar icin Namaz
Türkçe mealiyle Kuran okuma
Online Kuranı Kerim dinle
Evliyalar.
Allahın Sevgili Kulları
Zikr
Peygamberimizin mübarek Nur'u
Hz. İbrahim’in Hanif Dînî'nde Birleşmeye Davet
NEFS NEDİR?
HADİSİ ŞERİF
İnsanın Yaratılışı
Mümin Olmak
Dualarimiz
GÖZLERİN GÖRMESİ İÇİN
Makaleler.
ALLAH İLE OLAN AHD’İ YERİNE GETİRMEK
ÖLÜ İKEN DİRİLMEK VE NUR SAHİBİ OLMAK
İslam 5 deyil 7 sart
TABİYET ŞARTMIDIR ?
TAKVA NEDİR ? NASIL TAKVA SAHİBİ OLUNUR ?
TASAVVUF NEDİR ?
THEMA: Reinkarnation
THEMA: DIE HINDERNISSE -Engeller
Thema: Der Tod und der Jüngste Tag
THEMA: Reinkarnation.
Kur'an'da ki İslam
=> SERBEST İRADE (CÜZ-İ İRADE)
=> VELAYET MAKAMLARI
=> Sıratı Cehim
Kur'an'ın Gerçekleri dinle
Kur’anı Kerim ve Kutsal Kitaplar
Allah Kainati Nicin Yaratmıstır?
Allah Kainatı Niçin Yaratmıştır? - 2
Allah Kainatı Niçin Yaratmıştır? - 3
OKU VE ALLAHI ZIKR ET
Buraya Yorum Yazin.
Sami Yusuf dinle
 
SERBEST İRADE (CÜZ-İ İRADE)

 


 

Serbest İrade

SERBEST İRADE (CÜZ-İ İRADE)


SEÇME HAKKI

Allah, Zatı'na çağırmaktadır. Allahû Tealâ Hz.leri en fazla sevdiği insan adı verilen mahlûkunun mutlu olmasını istemektedir. İnsanın mutluluğunun Allah'ın kendisine tevdî ettiği emirlerin harfiyyen yerine getirilmesine bağlı olduğunu, bize gönderdiği mutluluk davetiyeleri olan kutsal kitaplarda, (Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'ân-ı Kerim'de) açıklamaktadır. 
İradesini serbestçe kullanarak, insan Allah'ın davetine icabet eder. Allah'a varır, sonra bir bütün olarak Allah'a teslim olur, bu dünyada ve ahirette ebedi saadete erer. Dilerse şeytanın davetine icabet eder. Şeytana tâbî olur. Dünya hayatını kavga, sıkıntı ve azap içinde geçirir. 
Ahirette ebedî cehennem azabına duçar olur. Başlangıçta Allah katı'ndan gönderilen Resûller, Allah katı'ndan indirilen tüm kutsal kitaplarda Allah'ın temel davetini insanlara iletmişler, öğüt vermişler ve Allah'ın risaletlerini tebliğ etmişlerdir. Onlardan sonra, onların varisleri bu vazifeyi bu güne kadar yürütmüşlerdir. 
Allah'ın temel daveti, irşad daveti hep var olmuştur, kıyamet gününe kadar da hep var olacaktır. 
Bu da kulun Allah'dan ne istediğine bağlı olarak şekillenir. Kul Allah'dan dünyayı veya ahireti talep edebilir.

 

30/RÛM-44: Men kefere fe aleyhi kufruh(kufruhu), ve men amile sâlihan fe li enfusihim yemhedûn(yemhedûne).
Kim inkâr ederse küfrü (inkârı), kendi aleyhinedir. Ve kim salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa onlar, böylece kendi nefsleri için hazırlık yaparlar.

 

 

76/İNSÂN (DEHR)-3: İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ(kefûren).
Muhakkak ki Biz, onu (Allah'a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah'a ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da (Allah'a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.

 

 

39/ZUMER-7: İn tekfurû fe innallâhe ganiyyun ankum, ve lâ yerdâ li ıbâdihil kufr(kufra), ve in teşkurû yerdahu lekum, ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne), innehû alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Eğer inkâr ederseniz, muhakkak ki Allah, sizden Gani'dir (size ihtiyacı yoktur). Ve O, kulları konusunda küfre razı olmaz. Ve eğer şükrederseniz sizden razı olur. (Hiç)bir günahkâr, diğerinin (başkasının) günahını yüklenmez. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. Böylece size yapmış olduklarınızı haber verecek. Muhakkak ki O, sinelerde olanı bilendir.

 

YANLIŞ SEÇİM YAPANLAR

ALLAH'tan, sadece ALLAH'ın ZATI talep edilir.
 

 

42/ŞÛRÂ-20: Men kâne yurîdu harsel âhireti nezid lehu fî harsih(harsihî), ve men kâne yurîdu harsed dunyâ nû’tihî minhâ ve mâ lehu fîl âhireti min nasîb(nasîbin).
Kim ahiret hasatını (mahsulünü, kazancını) isterse, Biz onun kazancını artırırız. Kim dünya kazancını isterse, ona (da) ondan (dünya kazancından) artırırız (veririz). Ve onun ahirette nasibi yoktur.

 

 

11/HÛD-15: Men kâne yurîdul hayâted dunyâ ve zînetehâ nuveffi ileyhim a'mâlehum fîhâ ve hum fîhâ lâ yubhasûn(yubhasûne).
Kim dünya hayatını ve onun ziynetini (süsünü) isterse (istedi ise) onların amellerini(n karşılığını) orada, onlara öderiz (veririz). Ve onlara, orada (karşılıkları) eksiltilmez.

 

 

11/HÛD-16: Ulâikellezîne leyse lehum fil âhıreti illen nâr(nâru) ve habita mâ sanaû fîhâ ve bâtılun mâ kânû ya'melûn(ya'melûne).
İşte onlar, onlar için ahirette ateşten başka bir şey yoktur. Ve orada (dünyada) yaptıkları şeyler, heba oldu (boşa gitti). Ve yapmış oldukları şeyler bâtıldır (geçersizdir).

 

 

2/BAKARA-200: Fe izâ kadaytum menâsikekum fezkurûllâhe ke zikrikum âbâekum ev eşedde zikrâ(zikren), fe minen nâsi men yekûlu rabbenâ âtinâ fîd dunyâ ve mâ lehu fîl ahirati min halâk(halâkın).
Böylece (hacca ait) ibadetlerinizi (ve kuralları) tamamladığınız zaman, artık atalarınızı zikrettiğiniz gibi, hatta daha kuvvetli bir zikirle Allah'ızikredin. Fakat insanlardan kim: “Rabbimiz bize dünyada ver.” derse, ahirette onun bir nasibi yoktur.

 

 

35/FÂTIR-39: Huvellezî cealekum halâife fîl ard(ardı), fe men kefere fe aleyhi kufruh(kufruhu), ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum inde rabbihim illâ maktâ(makten), ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum illâ hasârâ(hasâren).
Sizi yeryüzünde halifeler kılan O'dur. Artık kim inkâr ederse, o zaman onun küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlere küfürleri, Rab'lerinin huzurunda, gazaptan başka bir şey artırmaz ve kâfirlere küfürleri, hasardan (ziyandan) başka bir şey artırmaz.

 

 

47/MUHAMMED-3: Zâlike bi ennellezîne keferûttebeûl bâtıle ve ennellezîne âmenûttebeûl hakka min rabbihim, kezâlike yadribullâhu lin nâsi emsâlehum.
Bunlar, kâfirlerin bâtıla tâbî olması ve âmenû olanların, Rab'lerinden (inen) hakka tâbî olmaları sebebiyledir. Allah insanlara, işte böyle kendi durumlarını misâl verir.

 

 

29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah'a mülâki olmayı (hayattayken Allah'a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah'ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah'a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.

 

 

10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

 

 

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

 

 

30/RÛM-8: E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).
Onlar, kendi nefsleri hakkında tefekkür etmiyorlar mı (düşünmüyorlar mı)? Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre ile yarattı. Ve muhakkak ki insanların çoğu, Rab'lerine mülâki olmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) inkar edenlerdir.

 


DOĞRU SEÇİM YAPANLAR

 

40/MU'MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar, (îmânı artan) mü'minlerdir. Onlar, cennete konulacak ve hesapsız rızıklandırılacaktır.

 

 

64/TEGÂBUN-9: Yevme yecmeukum li yevmil cem’i zâlike yevmut tegâbun(tegâbuni), ve men yû’min billâhi ve ya’mel sâlihan yukeffir anhu seyyiâtihî ve yudhılhu cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
Sizi toplanma günü için biraraya toplayacağı gün, işte o, aldanma günüdür. Ve kim Allah'a îmân eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, onun seyyiatini (günahlarını) örter. Ve orada ebediyyen kalmak üzere, altından nehirler akan cennetlere koyar. İşte bu fevz-ül azîmdir (büyük kurtuluştur).

 

 

3/ÂLİ İMRÂN-145: Ve mâ kâne li nefsin en temûte illâ bi iznillâhi kitâben mueccelâ(mueccelen), ve men yurid sevâbed dunyâ nu’tihî minhâ, ve men yurid sevâbel âhirati nu’tihî minhâ, ve se neczîş şâkirîn(şâkirîne).
Ve bir kimsenin, Allah'ın izni olmadan ölmesi olmamıştır (olamaz), o (ölüm), süresi tayin edilmiş bir yazıdır. Ve kim dünya sevabı isterse, kendisine ondan veririz, ve kim ahiret sevabı isterse, kendisine ondan veririz. Ve şâkirleri (şükredenleri) yakında mükâfatlandıracağız.

 

 

73/MUZZEMMİL-19: İnne hâzihî tezkirah(tezkiretun), fe men şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ(sebîlen).
Muhakkak ki bu, hatırlatmadır (öğüttür). Artık kim dilerse, Rabbine (ölmeden önce ruhunu) ulaştıran bir yol ittihaz eder (yol edinir).

 

 

5/MÂİDE-16: Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subules selâmi ve yuhricuhum minez zulumâti ilen nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Allah (c.c.), rızasına tâbî olan kişiyi onunla (Resûlü ile) teslim yollarına hidayet eder. Kendi izniyle onları karanlıktan aydınlığa (zulmetten nura) çıkarıp Sırât-ı Mustakîm'e hidayet eder (ulaştırır).

 

 

78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.

 

 

48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah'a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah'a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).

 

SAADET

Siz Allah'u Teâlâ'nın indinde mutlu olamayan bir insansınız. Onun verdiği bir mutluluk reçetesini uygulayamayan bu sebeple de SAADET'e hiçbir zaman ulaşması mümkün olmayan bir kişisiniz. O reçeteyi uygulamadığınız sürece. Ama Allah'u Teâlâ'nın verdiği emirler yerine getirildikçe kişi nefsini TEZKİYE eder. Ruhunu Allah'u Teâlâ'ya teslim edecekse daha sonraki teslimleri tamamlayacaksa, bu istikamette bir gayretin içindeyse mutlaka Allah'u Teâlâ o insanı mutsuzluktan mutluluğa doğru yönlendirir. Böyle bir sistemde ise insan yavaş yavaş SAADETİ, mutluluğu tadacaktır. Allah herşeye kadirdir. 
Unutmayın ki, Allah insan denilen bu mahlukunu, şeytanın elinde oyuncak olsun diye yaratmamıştır. "Yâsin Sûresi 60, 61. âyetinde" Allah'ın insanı yaratmaktan muradı O'nun saadeti ve şeytanı yenmesidir. 
Ama insanlar yanlış davranışlarıyla yanlış şeyleri davet ederlerse, ne bu dünya hayatında saadete ulaşabilirler, ne de ondan sonraki hayatları için bir mutluluk ve saadet söz konusu olabilir. İşte Allah'ın verdiği emirleri dikkatle incelersek göreceğiz ki, Allah'ın nefsinizi tezkiye edin demekten muradı bizim saadetimizdir. Çünkü nefsimizi o bahsettiğimiz 7 kademede tezkiye ettikçe, nefsimiz kontrol altına alındıkça karar noktasında yavaş yavaş günahlara değil, sevaplara doğru bir yaklaşım içinde olacağız ve bu yaklaşımın içinde yavaş yavaş bakacağız ki biz artık Allah'u Teâlâ'nın emirlerini yerine getirmeyi, emirlerini yerine getirmemekten, öne almışız. 
Genellikle fizik vücudumuzda hüküm verirken artık eskisi kadar geniş spektrumlu bir kavga söz konusu değil. Kavga asgari hadde indirilmiştir. 
Tabiatıyla işlenen fiiller genellikle sevap ve hayır olduğu için fiillerin şuur altımızda bir stres oluşturması da söz konusu değil. 
Ayrıca ruhumuzun nefsimizin üzerinde yapmakta olduğu azab da asgariye inmiş oluyor.

 

DİNDE ZORLAMA YOKTUR 
(İSLAMDA TAASSUB YOKTUR)

Allah insana serbest irade ihsan etmiş. İnsan iradesini dilediği gibi kullanabilme hakkına sahiptir. Sosyal bir mahluk olan insan dünya hayatında bir toplum içinde başka insanlarla birlikte yaşamak zorundadır. 
Din kul ile Allah arasındaki ilişkilerle, kul ile diğer insanlar arasındaki ilişkileri Allah'u Teâlâ'nın emirleri çerçevesinde kapsayan, ilâhi bir sistemin bütünüdür. Allah'u Teâlâ kendi Kat'ından serbest irade sahibi insanları aydınlatmak üzere kitaplar ve peygamberler göndermiştir. 
Peygamberler Allah'ın kanunlarını içeren kutsal kitapları insanlara hep açıklamıştır. 
Kul ile Allah arasında emirlerin ve ilişkilerin bütününde insanın sonsuz serbest iradesinin söz sahibi olduğunu, bu iradeye hiç kimsenin dokunamayacağını, Rabbimiz gönderdiği bütün kutsal kitaplarda açıklamış ve peygamberler her idrak seviyesindeki insanlara bunları tebliğ etmişlerdir.

 

33/AHZÂB-45: Yâ eyyuhen nebiyyu innâ erselnâke şâhiden ve mubeşşiren ve nezîrâ(nezîren).
Ey Nebî (Peygamber)! Muhakkak ki Biz, seni şahit, müjdeleyici ve nezir (uyarıcı) olarak gönderdik.

 

 

33/AHZÂB-46: Ve dâîyen ilâllâhi bi iznihî ve sirâcen munîrâ(munîren).
Ve O'nun (Allah'ın) izni ile Allah'a davet eden ve nurlandırıcı sirac (kandil) olarak (gönderdik).

 

Âyeti Kerime'de Peygamber Efendimizin (SAV) her idrak seviyesindeki insanlar için vazifeli olduğu açıklanıyor. 
Şehadet mertebesine ulaşan kişinin İslâm olduğunu, üç teslimiyeti gerçekleştirdiğini, yani başlangıçta Ruhunu daha sonra fizik vücudunu ve en son olarak nefsini Allah'a teslim ettiğini Rabbimiz Kur'ân-ı Kerim'in muhtevası içinde bize açıklıyor. 
Ruhumuzu Allah'a vasıl edip sonra teslim ettiğimiz zaman Cennet'le müjdeleniyoruz. Bütün insanları Allah'a Çağıran (yani iman sahibi olmaya), Allah'ın emaneti olan ruhu, Allah'a teslime çağıran Peygamber Efendimizin (SAV) serbest irade sahibi insanı asla zorlamadığını, Dinin bütün emirlerinde zorlamanın olmadığını, Rabbimiz en güzel biçimde Kur'ân-ı Kerim'de bize beyan ediyor. 
Bir uyarıcı olarak Allah'a çağıran Peygamber Efendimiz (SAV)'e Rabbimizin verdiği öğüt şöyle;

 

88/GÂŞİYE-21: Fezekkir innemâ ente muzekkir(muzekkirun).
Artık zikret (hatırlat), sen sadece müzekkirsin (hatırlatıcısın).

 

 

88/GÂŞİYE-22: Leste aleyhim bi musaytır(musaytırın).
Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin.

 

 

88/GÂŞİYE-23: İllâ men tevellâ ve kefer(kefere).
Ancak kim (arkasını) döner ve inkâr ederse.

 

 

88/GÂŞİYE-24: Fe yuazzibuhullâhul azâbel ekber(ekbere).
O taktirde Allah onu en büyük azap ile azaplandırır.

 

 

88/GÂŞİYE-25: İnne ileynâ iyâbehum.
Muhakkak ki onların dönüşü Bizedir.

 

 

88/GÂŞİYE-26: Summe inne aleynâ hisâbehum.
Sonra onların hesapları muhakkak ki Bize aittir.

 

 

10/YÛNUS-99: Ve lev şâe rabbuke le âmene men fîl ardı kulluhum cemîâ(cemîân), e fe ente tukrihun nâse hattâ yekûnu mu’minîn(mu’minîne).
Ve şâyet senin Rabbin dileseydi, yeryüzünde olan kimselerin hepsi elbette topluca îmân ederlerdi. Yoksa sen, insanları mü'min(ler) oluncaya kadar zorlayacak mısın?

 

Rabbimiz insanın serbest iradesine karışmadığı gibi, bir başkasının karışmasını hiç istemiyor. Her noktada dinde asla zorlama yoktur.
Peygamber Efendimiz (SAV) tebliğatından nasibini almış iman sahibi kişilerin bile, zaman zaman nefislerinin heva ve hevesine uyduklarını Rabbimiz açıklıyor ve onların üzerinde emirlerinin yerine getirilmesi konusunda asla bir cebbar (zorlayıcı) olmadığını beyan ediyor.
 

 

50/KAF-45: Nahnu a’lemu bi mâ yekûlûne ve mâ ente aleyhim bi cebbârin fe zekkir bil kur’âni men yehâfu vaîdi.
Onların ne söylediklerini, en iyi Biz biliriz. Ve sen onların üzerine, cabbar (zorlayıcı) değilsin. Öyleyse Benim vaadimden (vaadettiğim cezadan, azaptan) korkanları Kur'ân ile ikaz et.

 

Herkesin teslim emirlerinin yerine getirip getirmemeleri konusunda tamamen serbest olduklarını Rabbimiz Bakara Sûresi'nin 256. âyet-i Kerîmesinde açıklıyor.

 

 

2/BAKARA-256: Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dînde zorlama yoktur. irşad yolu (hidayet yolu, Allah'a ulaştıran yol), gayy yolundan (dalâlet yolundan, şeytana, cehenneme ulaştıran yoldan) açıkça (ayrılıp) ortaya çıkmıştır. Artık kim tagutu (şeytanı ve şeytana ulaştıran yolu) inkâr edip de Allah'a îmân ederse (mü'min olur, Allah'a ulaştıran yolu tercih ederse), böylece o, (Allah'tan) kopması mümkün olmayan urvetul vuskaya (sağlam bir kulba, mürşidin eline) tutunmuştur. Allah Sem'î'dir, Alîm'dir.

 

İşte Rabbimizin açıklamalarından anlıyoruz ki, en alt seviyeden başlayıp kişinin irşada ulaştığımız seviyeye kadar her noktada, insan daima serbest iradesinin gereği ile amel edebilir durumdadır. Bir başkasının onun iradesini hiçbir yönde zorlayamayacağını, zorlamak yetkisine sahip olmadığını, Rabbimiz bir kanun olarak vazetmiştir.
Bunu yanlış idrak edenler sadece din seçiminde zorlamanın olmadığı sonucuna ulaşmışlar. Yani kâfir olan bir insan İslâm dinine geçmesi için zorlanamaz. Fakat İslâm camiasının bir ferdi Allah'a karşı sorumluluklarını yerine getirmiyor ve bunları henüz idrak edemiyorsa ona zorla Allah'ın emirlerini yaptırmak gerekir, şeklinde düşünüyorlar.
Hallbuki âyetlerde İslâm'a dahil olmuş her idrak seviyesindeki kişinin serbest iradesini daima koruduğunu, buna kimsenin el uzatamıyacağını, kimsenin bu irade üzerinde tesir icra edemiyeceğini Rabbimiz bize açıklıyor. Kendi zannını bir başkasına din adına zorla kabul ettirmeye çalışan kişi mutaassıbtır. Dinde ise taassubun yeri yoktur.


DİNDE HAKKIN ÇİĞNENMESİNE MÜSAADE YOK

Rabbimiz bize serbest irade ihsan etmiş fakat ihsan ettiği bu cüz'i iradeyi, kulu, başkasına zarar vermede kullanırsa cezaya çarptırılacağını emir buyuruyor. Cezanın tatbikinde, cezanın misliyle karşılık verilmesini öngörmüştür. Kısas emri tatbik edilir. Fakat kul ile Allah arasındaki ilişkilerde mükafat ve mücazat verilmesi Allah'a ait olduğu için Rabbimiz bunu dilediği an yapar. Zamanı kendisi tayin eder. Fakat sosyal hayatta bir kişi başkasına yaptığı zulümden dolayı adalet onu suçlu görmüş ise suçunun cezasını misliyle ödemekle sorumludur. Fakat hak sahibi üç hal üzere davranabilir.

Birinci hal,
 

 

42/ŞÛRÂ-40: Ve cezâu seyyietin, seyyietun misluhâ, fe men afâ ve asleha fe ecruhu alâllâh(alâllâhi), innehu lâ yuhıbbuz zâlimîn(zâlimîne).
Bir kötülüğün cezası onun misli kadar kötülüktür. Fakat kim affeder ve ıslâh ederse artık onun ecri (mükâfatı) Allah'a aittir. Muhakkak ki O (Allah), zalimleri sevmez.

 

Allah insanlara kısası uygun görüyor. Size bir kötülük yapıldığı zaman kötülükle cevap verme hakkına sahipsiniz. Ama affederseniz bu daha hayırlıdır diyor.

İkinci hal,

 

3/ÂLİ İMRÂN-134: Ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved darrâi vel kâzımînel gayza vel âfîne anin nâs(nâsi), vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).
Onlar (muttekîler), bollukta ve darlıkta (Allah için) infâk ederler (verirler) ve onlar öfkelerini yutanlardır (tutanlardır) ve insanları affedenlerdir. Ve Allah, muhsinleri sever.

 

Bu ikinci haldeinsan fizik vücudunun teslimini yapmıştır. İnsanları affediyor. Ancak iç dünyasında halâ öfke, kin var. Bu afetlerini, komutlarını dinlemiyor.

Üçüncü hal de ise.

2/BAKARA-179: Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey ulûl elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki böylece siz, takva sahibi olursunuz.

 

Buradaki kısas şeytana karşı kısastır. O güne kadar şeytanın ilkalarına kulak verip günah işleyen kişi o günden sonra (ulul elbab olduktan sonra) iblisin her söylediğinin tersini yaparak kısas uygular ve hep hayır işler.

Hayra ulaşmış olanların davranışlarıdır. Bu davranışta olanlara Rabbimizin öğüdü şudur;

 

41/FUSSİLET-34: Ve lâ testevîl hasenetu ve les seyyieh(seyyietu), idfa’ billetî hiye ahsenu fe izellezî beyneke ve beynehu adâvetun ke ennehu veliyyun hamîm(hamîmun).
Hasene (iyilik) ve seyyie (kötülük), müsavi (eşit) değildir. (Kötülüğü) en güzel şekilde karşıla. O zaman seninle arasında düşmanlık olan kişi, samimi bir dost gibi olur.

 

 

41/FUSSİLET-35: Ve mâ yulakkâhâ illellezîne saberû, ve mâ yulakkâhâ illâ zû hazzın azîm(azîmin).
Ona (kötülüğü iyilikle karşılama hasletine), sabredenlerden ve hazzul azîm (en büyük haz) sahiplerinden başkası ulaştırılmaz.

 

Davranış biçimleri açısından insanların üç gurubda olduğunu görüyoruz. Birinci grub henüz velâyeti kazanmamış olan kişiler. İkinci grub velâyete nasb olunmuşlar. Üçüncü grub ise, hayra ulaşmış kişilerdir. 
Davranış biçimleri ile kişinin içinde bulunduğu hal birbirine paralellik arz etmektedir. Kişinin seviyesi ne ise davranışı da o olacaktır. Allah irşadı emrettiğine göre zamanla üst idrak seviyesine, hayra ulaşmamızı istiyor. 
Hayra ulaşmış olan insan çevresiyle mutlak uyum haline gelen insandır. Çevreden ona ulaşan her etki hayırdır. Onun tepkisi ise hayra mutlaka daha güzel bir hayırla mukabele etmek olacaktır. Bu insanlar sosyal yaşamında saadet ve huzur içinde bir toplum oluşturacaklardır. Rabbimizin de kesin emri, bizden istediği budur.


ZİKİR VE DİĞER İBADETLER

Rabbe dönüş (vuslât) hedefinin gerçekleşmesi ancak, Kur'âân, dua, tevbe, namaz, oruc, hac, birr, zekât, infak, sadaka, cihad, tebliğ, zikir ve tesbih gibi başlıca vasıta emirlerin nefse kazandıracağı vasıflardan sonra vücud bulur.
 


KUR'ÂN-I KERİM VE ZİKİR

Allahûû ZülceIâl Hz. Kur'ân hakkında birçok Âyet-i Kerîme inzal etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm hakkında bazan zikir kelimesini kullanmaktadır.
 

 

15/HİCR-9: İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).
Muhakkak ki zikri (Kur'ân-ı Kerim'i), Biz indirdik. O'nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz.

 

 

41/FUSSİLET-41: İnnellezîne keferû biz zikri lemmâ câehum, ve innehu le kitâbun azîz(azîzun).
Gerçekten onlar, kendilerine zikir (Kur'ân) geldiği zaman (O'nu) inkâr ettiler. Ve muhakkak ki O, Azîz (yüce ve şerefli) bir Kitap'tır.

 

 

41/FUSSİLET-42: Lâ ye’tîhil bâtılu min beyni yedeyhi ve lâ min halfih(halfihî), tenzîlun min hakîmin hamîd(hamîdin).
Bâtıl, O'nun önünden ve arkasından O'na ulaşamaz. Hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) ve Hamîd (Kendisine hamdedilen) (Allah) tarafından indirilmiştir.

 

Rabbimiz vuslata ulaştığımız yolları Peygamberlerin Allah'a ulaştıran yolları olarak ifade etmektir ve Allah'a ulaşmak için Peygamberlerin ve daha sonra Mürşidlerin önünde yapılan ve Furkan Sûresi'nin 70. ve 71. ÂÂyet-i Kerîmelerinde açıklanan tevbeden bahsetmektedir.

 

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).

 

 

25/FURKÂN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi metâbâ(metâben).
Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah'a ulaşır (hayattayken ruhu Allah'a ulaşır).

 

 

4/NİSÂ-26: Yurîdullâhu li yubeyyine lekum ve yehdîyekum sunenellezîne min kablikum ve yetûbe aleykum. Vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Allah size beyan etmek (açıklamak) ve sizi, sizden öncekilerin kanununa ulaştırmak ve tövbelerinizi kabul etmek ister. Ve Allah Alîm'dir (en iyi bilendir), Hakîm'dir (hüküm ve hikmet sahibidir).

 

 

12/YÛSUF-111: Lekad kâne fî kasasıhim ibretun li ûlîl elbâb(elbâbi), mâ kâne hadîsen yufterâ ve lâkin tasdîkallezî beyne yedeyhi ve tafsîle kulli şey’in ve huden ve rahmeten li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Andolsun ki; onların kıssalarında ulûl' elbab için (sır sahipleri için) bir ibret vardır. Uydurulan bir söz değildir ve lâkin onların ellerindekini tasdik eder ve herşeyi ayrı ayrı açıklar. Mü'min kavim için bir hidayet ve rahmettir.

 

Rabbimiz, Peygamber Efendimize (SAV) Kat'ından bir zikir verdiğini ve hiç kimsenin bu zikirden yüz çevirmemesi gerektiğini ifade etmektedir.
 

20/TÂHÂ-99: Kezâlike nakussu aleyke min enbâi mâ kad sebak(sebaka), ve kad âteynâke min ledunnâ zikrâ(zikren).
İşte böylece geçmiş olan haberleri sana anlatıyoruz. Ve sana katımızdan Zikri (Kur'ân'ı) verdik.

 

 

20/TÂHÂ-100: Men a’rada anhu fe innehu yahmilu yevmel kıyâmeti vizrâ(vizren).
Kim ondan yüz çevirirse, o zaman muhakkak ki o, kıyâmet günü (ağır) bir yük (kaybettiği dereceleri) yüklenir.

 

 

11/HÛD-120: Ve kullen nakussu aleyke min enbâir rusuli mâ nusebbitu bihî fuâdek(fuâdeke) ve câeke fî hâzihil hakku ve mev’ızatun ve zikrâ lil muminîn(muminîne).
Ve sana anlattığımız şeylerin hepsi, resûllerin haberlerindendir. Onlarla senin kalbindeki fuad hassasını (fiziğin ötesindeki idrak) sağlamlaştırırız. Ve bunda (bu haberlerde) sana hak, mü'minlere öğüt ve zikir geldi.

 

Kur'ân-ı Kerîm'in bir zikir olduğunu yukarıdaki Âyet-i Kerîme'lerden bir kısmı teyid etmektedir. Fakat Kur'ân-ı Kerîm zikri ile Rabbimizin Müzemmil Sûûresi 8. Âyet-i Kerîmesinde buyurdugu zikir birbirinden farklıdır.

 

 

73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O'na ulaş.

 

Görülüyor ki, zikir Allah'ın isminin tekrar edilmesidir. Allah'ın İsm-i Celâli devamlı tekrar edilecektir. Bu tekrar sırasında Allah düşünülecektir.
Allah'dan başka hiçbirşeyin düşünülmeyeceği bir zikir asıldır. Çünkü; Allah'dan başka herşeyden kesilmek, ancak böyle bir zikirle mümkün olur. Kalbimizde hatem adı verilen mührün Allah'a açılan kapıdan ayrılıp, iblise açılan kapıyı kapatması ancak Allah isminin tekrarıyla mümkündür. Yüce Rabbimiz zikir ibadetinin Kur'ân-ı Kerîm tilâvetinden de, namaz kılmaktan da daha büyük, yani en büyük ibadet olduğunu ifade etmektedir.

 

 

29/ANKEBÛT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah'ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.

 

Burada da Rabbimiz Kur'ân-ı Kerîm okumanın, namazın ve zikrin birbirinden ayrı vasıtalar olduğunu açıklıyor ve soruyor;

 

 

57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah'ın zikri ile ve Hakk'tan inen şeyle (Allah'ın nurları ile), âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.

 

Zikirden vazgeçmenin neticesine de işaret buyuruluyor.

 

 

43/ZUHRÛF-36: Ve men ya’şu an zikrir rahmâni nukayyıd lehu şeytânen fe huve lehu karîn(karînun).
Ve kim Rahmân'ın zikrinden yüz çevirirse, şeytanı ona musallat ederiz. Böylece o (şeytan), onun yakın arkadaşı olur.

 

DUA

Dua insanın yaratıcısına ihtiyaç duyduğunu gösteren ve kula yerini hatırlatan bir taleptir. İnsan yaratıcısını, Hakk olarak kabul etmiş olmalıdır ki, ondan yardım talep etsin. Öyleyse kulluğun ve Rabb' olmanın iki ayrı yeri vardır. 
Dua kul'a Allah'ın bir mahluku olduğunu hatırlatan ve Allah'ın ise Rabb olduğunu, tek ilâh olduğunu hatırlatan ve idrak ettiren esasları muhtevidir. Kısaca dua, kulun Rabbine müracaatıdır, münacaatıdır, yönelmesidir.

 

 

7/A'RÂF-55: Ud'û rabbekum tedarruan ve hufyeh(hufyeten), innehu lâ yuhıbbul mu'tedîn(mu'tedîne).
Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez.

 

 

7/A'RÂF-56: Ve lâ tufsidû fîl ardı ba'de ıslâhıhâ ved'ûhu havfen ve tamaâ(tamaân) inne rahmetallâhi karîbun minel muhsinîn(muhsinîne).
Islâh olduktan sonra yeryüzünde fesat çıkarmayın. Allah'a korkarak ve umutla yalvarın. Şüphesiz ki Allah'ın rahmeti muhsinlere yakındır.

 

 

40/MU'MİN-60: Ve kâle rabbukumud’ûnî estecib lekum, innellezîne yestekbirûne an ibâdetî se yedhulûne cehenneme dâhırîn(dâhırîne).
Ve Rabbimiz, şöyle buyurdu: "Bana dua ediniz ki size icabet edeyim. Bana kul olmaktan kibirlenenler, muhakkak ki hakir ve zelil olarak cehenneme girecekler."

 

 

2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).

 

Görülüyor ki, Rabbimizden yardım istememiz, Rabbimizin kesin emridir. Yardımsız irşada ulaşmak mümkün değildir. Çünkü, Âyet-i Kerîmenin birinci kısmında, O'ndan dua ile yardım istememizi, bizden taleb ediyor. Fakat Allah'dan gelecek yardımın kulların liyakatıyla paralel olacağını Âyet-i Kerîme' nin sonunda açıklıyor. Bu yardımın Dünya nimetleri olmadığını Allah'ın katında ulvi ni'metlerine sahip olmak için Rabbimizden yardım istemenin efdal olduğunu, Âyet-i Kerîmenin sonunda Rabbimiz irşad kelimesiyle işaret ediyor.
İrşad hedefinin tahakkuku için ise en önemli vasıta mürşiddir. O halde Rabbine kavuşmayı dileyen kimse bu Âyet-i Kerîmenin işaret ettigi biçimde perşembeyi cumaya bağlayan gecede bir hacet namazı ile Rabbinden dua ile yardım (istiane) talep etmelidir.
Burada da görülüyor ki dua, Allah'a yaklaşmanın, yakın olabilmenin bir vasıtasını teşkil ediyor.


TEVBE

İnsan için üç çeşit tövbe vardır. 
1- İnsan nefis sahibidir. Günaha ve seyyiata bu sebeple meyyaldir. Bu itibarla günah işleyecektir. İşte günahlarından temizlenebilmesi ancak tevbe ile mümkündür. Bu tevbe insanla Allah arasında gerçekleşir. İnsan istediği an istediği şekilde hiçbir şarta ve kurala tâbî olmadan Allah'a tevbe eder. Allah o kişinin idrak ettiği hatasıyla ilgili tövbesini lütfederde kabul eder. Bu tevbe defalarca bozulabilir ve tekrarlanabilir. Mevlevi Celalettin Rumi Hazretleri bu bakımdan insanlara diyorki; "Yüz defa, bindefa tövbeni bozsan da gel." Yüz defa, bin defa bozulabilen tevbe insanın Allah'a yaptığı birinci şekildeki tövbedir. Mevlana celâlettin Rumî'nin davet ettiği tövbe ise mürşidin önünde yapılan tövbedir. tevbedir.
Bir gün, Allah'a ulaşmak için tevbe ederiz. Bu tevbeyle bütün günahlarımız sevaba dönüşür.

2- Mürişidin önünde yapılan tövbedir. Bu tevbe ile o güne kadar işlenmiş bütün günahlar affedildiği gibi hepsi sevaba çevrilir. Bunun adı mağfirettir (şefaattır). İkinci tevbe (Mürşidin önünde yapılan tövbe) üç defa bozulabilir. 
İnsan bu üç defadan sonra tevbesini bozarda tekrar fıska düşerse o zaman kalbine küfür tabedilir ve bir daha asla affedilmez.

 

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).

 

 

25/FURKÂN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi metâbâ(metâben).
Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah'a ulaşır (hayattayken ruhu Allah'a ulaşır).

 

 

24/NÛR-31: Ve kul lil mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunneillâ mâ zahera minhâ, vel yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulîl irbeti miner ricâli evit tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn(zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhel mu’minûne leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ve mü'min kadınlara söyle, bakışlarını indirsinler (haramdan sakınsınlar) ve ırzlarını korusunlar. Zahir olan kısımlar (görünen el, yüz ve ayaklar) hariç, ziynetlerini açmasınlar. Ve başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (örtsünler). Ve ziynetlerini, kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kadınlar veya ellerinin altında sahip oldukları (cariyeler) veya erkeklerden, kadına ihtiyaç duymayan hizmetliler veya kadının avret yerlerinin farkına varmayan çocuklar hariç, açmasınlar. Ve gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz Allah'a tövbe edin! Umulur ki, böylece felâha eresiniz.

 

 

4/NİSÂ-27: Vallâhu yurîdu en yetûbe aleykum ve yurîdullezîne yettebiûneş şehevâti en temîlû meylen azîmâ(azîmen).
Ve Allah sizin tövbenizi kabul etmek ister, şehvetlerine uyanlar ise, sizin büyük bir meyille (şehvete) meyletmenizi isterler.

 

Peygamberlerin tevbe konusundaki yardımları şöyle açıklanıyor.

 

 

4/NİSÂ-64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi). Ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfera lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).
Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah'ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl'ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.

 

Burada artık Allah'a hidayet edici zikir başlamıştır. Bu noktada başlayan zikir her geçen gün artacak ve bir gün daimi zikre ulaşacaktır. Daimi zikrin bizi ulaştıracağı, külli zikir ve tesbihle yeni ve son bir tevbeye ulaşırız. Bu tevbe "Nasuh" tevbesidir.

3- Görülüyor ki Allah'a doğru yola çıkmamıza imkan veren tevbe de, hidâyet zikri bulunuyor. Ve 24 saat boyunca zikreder hale geldiğimiz zaman yeni bir tevbeye ulaşıyoruz. Bu tevbe bir daha bozulmayacak şekilde gerçekleşir.

 

66/TAHRÎM-8: Yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meah(meahu), nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Allah'a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O'nunla beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar. “Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki Sen, herşeye kaadirsin.” derler.

 

Peygamberlerin varisleri mürşidlerdir. Allah'ın tayin ettigi mürşidin önünde tevbe eden kişilere şeytanın zulmâni ilminin tesiri yoktur. Yani büyü, sihir ve benzeri şeylerin zararları onlara tesir etmez.

Bu kişi kabir azabı çekmez. Allah'ın huzurunda O'nu görerek, işiterek yapılan tövbedir.

 

2/BAKARA-102: Vettebeû mâ tetlûş şeyâtînu alâ mulki suleymân(suleymâne) ve mâ kefere suleymânu ve lâkinneş şeyâtîne keferû yuallimûnen nâses sihrâ, ve mâ unzile alel melekeyni bi bâbile hârûte ve mârût(mârûte), ve mâ yuallimâni min ehadin hattâ yekûlâ innemâ nahnu fitnetun fe lâ tekfur fe yeteallemûne minhumâ mâ yuferrikûne bihî beynel mer’i ve zevcih(zevcihî), ve mâ hum bi dârrîne bihî min ehadin illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yeteallemûne mâ yadurruhum ve lâ yenfeuhum ve lekad alimû le menişterâhu mâ lehu fîl âhireti min halâkın, ve le bi’se mâ şerev bihî enfusehum lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).
Onlar Süleyman (a.s)'ın mülkü üzerine şeytanların tilavet ettiği (okuduğu) şeylere tâbî oldular (uydular). Süleyman (a.s), inkâr etmedi (sihir yapmadı ve kâfir olmadı). Fakat şeytanlar insanlara, sihri ve Babil şehri'ndeki iki meleğe, Harut ve Marut'a indirilen şeyleri öğretmekle kâfir oldular. Ve oysa onlar, “Biz sadece bir fitneyiz (sizin için bir imtihanız). O halde (sakın sihir ilmini öğrenerek) kâfir olmayın.” demedikçe hiç kimseye bunu öğretmezlerdi. Fakat o ikisinden, bir erkek ile onun karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı ve de onlar, Allah'ın izni olmadan onunla (sihirle) hiç kimseye zarar verebilecek değillerdir. Ve onlar kendilerine fayda vermeyen, zarar veren şeyleri öğreniyorlar. Ve andolsun ki onlar, onu (sihri ve ona ait bilgileri) satın alan kimsenin ahirette bir nasibi olmadığını kesin olarak öğrendiler. Elbette onunla (sihre karşılık) nefslerini sattıkları şey ne kötü, keşke bilselerdi.

 

 

58/MUCÂDELE-10: İnne men necvâ mineş şeytâni li yahzunellezîne âmenû ve leyse bi dârrihim şey’en illâ bi iznillâh(iznillâhî), ve alâllâhi fel yetevekkelil mû’minûn(mû’minûne).
Muhakkak ki necva (gizli fısıldaşma) şeytandandır, âmenû olanları (ölmeden önce Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mahzun etmek içindir. Ve Allah'ın izni olmadıkça onlara bir darlık (sıkıntı) verecek değildir. Öyleyse mü'minler, Allah'a tevekkül etsinler.

 

 

64/TEGÂBUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).
Allah'ın izni olmadıkça bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah'a îmân ederse (âmenû olursa), (Allah) onun kalbine ulaşır. Ve Allah, herşeyi en iyi bilendir.

 


Allah'a yaklaşmanın, mukarreb olmanın vasıtalarından bir tanesi de tevbedir. Allah'dan günahlarının bağışlanmasını dilemektir. Allah'ın rahmetinden ancak kââfirler ümitsizdir.

 


NAMAZIN ZİKİRDEN FARKI

Dinin direği olan namaz konusunda pek çok Âyet-i Kerîme'de açıklama mevcuttur. Namazın kılınması emredilmektedir. Çünkü, namaz Allah'a yaklaştırıcı bir vasıtadır.

 

 

96/ALAK-19: Kellâ, lâ tutı’hu vescud vakterib. (SECDE ÂYETİ)
Hayır! Ona itaat etme ve secde et ve (Allah'a) yakın ol!

 

Her namaz salih amellerden biri olması ve Allahûû TeaIâ'nın huzurunda vazife yapılması dolayısıyla hem nefsin tezkiyesini sağlayacak, hem de her namazla alınan dereceler itibariyle Kul'u Rabbi'ne yaklaştıracaktır. Namaz da bir zikirdir. Namazda zikrin ağırlığına işaret edilmektedir. Namazın gayesi

Allah'ı zikretmektir. Ancak zikirle kılınan bir namaz, zikir oranında huşûû ile kılınmış olur.

 

20/TÂHÂ-14: İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî.
Muhakkak ki Ben, Ben Allah'ım. Benden başka İlâh yoktur. Öyleyse Bana kul ol ve Beni zikretmek için namazı ikame et!

 

 

 


Bugün 8 ziyaretçi (19 klik) kişi burdaydı!
El Fatiha.

BISMILLAHIRRAHMANIRRAHIM. 1/FÂTİHA-1: Bismillâhir rahmânir rahîm. Rahmân ve rahîm olan Allah'ın ismi ile. 1/FÂTİHA-2: El hamdu lillâhi rabbil âlemîn (âlemîne). Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır. 1/FÂTİHA-3: Er rahmânir rahîm(rahîmi). Rahmân’dır, Rahîm’dir. 1/FÂTİHA-4: Mâliki yevmid dîn(dîne). Dîn gününün mâlikidir. 1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu). (Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz. 1/FÂTİHA-6: İhdinâs sırâtel mustakîm(mustakîme). (Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır). 1/FÂTİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne). O yol (SIRATI MUSTAKÎM) ki; üzerlerine nimet verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.
Allah Kabul Etsin.


Allah razi olsun.
Allaha Ulasmayi Dileyin
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol