Ana Sayfa
İletişim
Islam Tarihi
Bayanlar icin Namaz
Türkçe mealiyle Kuran okuma
Online Kuranı Kerim dinle
Evliyalar.
Allahın Sevgili Kulları
Zikr
Peygamberimizin mübarek Nur'u
Hz. İbrahim’in Hanif Dînî'nde Birleşmeye Davet
NEFS NEDİR?
=> NEFS TEZKİYESİ - KAVRAMLAR
=> Şeytanın Nefse Tesiri
=> Nefs Tezkiıyesi ve Ruhun Allah'a Teslimi NEFS TEZKİYESİ VE RUHUN ALAHA TESLİMİ
HADİSİ ŞERİF
İnsanın Yaratılışı
Mümin Olmak
Dualarimiz
GÖZLERİN GÖRMESİ İÇİN
Makaleler.
ALLAH İLE OLAN AHD’İ YERİNE GETİRMEK
ÖLÜ İKEN DİRİLMEK VE NUR SAHİBİ OLMAK
İslam 5 deyil 7 sart
TABİYET ŞARTMIDIR ?
TAKVA NEDİR ? NASIL TAKVA SAHİBİ OLUNUR ?
TASAVVUF NEDİR ?
THEMA: Reinkarnation
THEMA: DIE HINDERNISSE -Engeller
Thema: Der Tod und der Jüngste Tag
THEMA: Reinkarnation.
Kur'an'da ki İslam
Kur'an'ın Gerçekleri dinle
Kur’anı Kerim ve Kutsal Kitaplar
Allah Kainati Nicin Yaratmıstır?
Allah Kainatı Niçin Yaratmıştır? - 2
Allah Kainatı Niçin Yaratmıştır? - 3
OKU VE ALLAHI ZIKR ET
Buraya Yorum Yazin.
Sami Yusuf dinle

Şeytanın Nefse Tesiri

 

 

Şeytanın Nefse Tesiri

ŞEYTANIN NEFSE TESİRİ

Allahû Tealâ insanı yarattı. Adem (AS) yaratıldığında Yüce Rabbimiz onun mahlukları arasında en şereflisi olduğunu ve yeryüzünün halifesi olarak yaratıldığını beyan etti. Bu sebeple bütün mahluklarına, Eşref-i Mahlûkat olarak yaratılan Adem (AS) 'a secde etmelerini emretti.

2/BAKARA-30: Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh(halîfeten), kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ(dimâe), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn(tâ’lemûne).
Ve Rabbin meleklere: “Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti. (Melekler de): “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Biz Seni, hamd ile tesbih ve seni takdis ediyoruz.” dediler. (Rabbin de): “Muhakkak ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu.

2/BAKARA-34: Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).
Ve meleklere: “Âdem'e secde edin.” dediğimiz zaman İblis hariç, (onlar) hemen secde ettiler. (İblis) direndi ve kibirlendi. Ve kâfirlerden oldu.

7/A'RÂF-11: Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines sâcidîn(sâcidîne).
Ve andolsun ki; sizi Biz yarattık. Sonra size suret (şekil) verdik. Sonra meleklere: “Âdem (A.S)'a secde edin.” dedik. İblis hariç, secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.

7/A'RÂF-12: Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuk(emertuke), kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
(Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Sana (secde etmeyi) emrettiğim zaman, seni secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım,beni ateşten ve onu nemli topraktan (balçıktan) yarattın.” dedi.

7/A'RÂF-13: Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mines sâgirîn(sâgirîne).
(Allahû Tealâ): “Öyleyse oradan in! Artık orada senin kibirlenmen olmaz. Hemen oradan çık. Muhakkak ki, sen alçaklardansın.” buyurdu.



7/A'RÂF-14: Kâle enzırnî ilâ yevmi yub'asûn(yub'asûne).
(Şeytan): “Beas gününe (dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe) kadar bana izin (mühlet) ver.” dedi.

7/A'RÂF-15: Kâle inneke minel munzarîn(munzarîne).
(Allahû Tealâ): “Muhakkak ki sen izin (mühlet) verilenlerdensin.” buyurdu.

7/A'RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
(İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin'e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.

7/A'RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.


Demek ki, Allahû Tealâ ve Tekaddes Hz. İblise o güne kadar ihsan ettiklerini geri almayacağını, kıyamete kadar Adem (AS) ve zürriyetini yoldan çıkarmaya gayret etmesine müsaade verildiğini, fakat iblisin Allahû Zülcelâl Hz.lerinin ihlâs sahibi kullarını (mürşidler, salihler) baştan çıkaramayacağını, Cehennem'in yaratıldığını, iblis ve delâlete düşürdüklerinin kıyametten sonra bu Cehennem'e atılacaklarını bildirdi.
O gün, bu gündür, şeytan ve onun idlâl ettiği insan ve cin şeytanlar devamlı olarak Adem (AS)'ın zürriyetini dalâlete düşürmeye gayret sarfetmektedir.
 

6/EN'ÂM-112: Ve kezâlike cealnâ li kulli nebiyyin aduvven şeyâtînel insi vel cinni, yûhî ba’duhum ilâ ba’dın zuhrufel kavli gurûrâ(gurûran), ve lev şâe rabbuke mâ fealûhu fe zerhum ve mâ yefterûn(yefterûne).
Ve böylece peygamberlerin hepsine, insan ve cin şeytanları düşman kıldık. Onlar, birbirlerine aldatarak güzel (süslü) sözler vahyederler (fısıldarlar). Ve eğer Rabbin dileseydi, onu yapamazlardı. Artık onları ve iftira ettikleri şeyleri terket (bırak).


Rabbimizin iblise verilmiş bir sözü, bir müsaadesi vardır. Yukarıdaki Âyet-i Kerîmede belirtilen, iblise kıyamet gününe kadar verilmiş müsaadedir. Rabbimiz buyuruyor ki, "Biz ona nefs verdik. Bu nefs öyle bir yaratıktır ki dünya zevklerine düşkündür. Şeytanın insandaki melcei (sığınağı)dır. Şeytan nefse tesir ederek kişiyi Allahû Zülcelâl Hz.nin yolundan ayırır."
Şeytan çok yönlü bir mahlûktur. Bu çok yönlülük insana tesir açısındandır.Yoksa şeytanın hedefi tektir. İnsanoğlunu, Allahû Tealâ ve Tekaddes Hz.nin yolundan saptırmaktır. Bu hedefine ulaşabilmek için şeytan her yolu dener.
Size sevdiklerinizden yaklaşır, onların nefslerine tesir ederek sizi idlâle düşürmeye çalışır. Yani Sırât-ı Müstakîm (Allah'a ulaştıran yol)dan ayırmaya saptırmaya çalışır. Sonsuz mesafeden insanları görür.

7/A'RÂF-27: Yâ benî âdeme lâ yeftinennekumuş şeytânu kemâ ahrece ebeveykum minel cenneti yenziu anhumâ libâsehumâ li yuriyehumâ sev’âtihimâ innehu yerâkum huve ve kabîluhu min haysu lâ terevnehum innâ cealneş şeyâtîne evliyâe lillezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Ey Âdemoğulları! Şeytan, sizin ebeveyninizi (anne ve babanızı), onların ayıp yerlerinin görünmesi için elbiselerini soyarak, cennetten çıkardığı gibi sakın sizleri de fitneye düşürmesin. Muhakkak ki; o ve onun kabilesi (topluluğu), sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Muhakkak ki; Biz şeytanları mü'min olmayanlara dost kıldık.


Şeytan zeki bir mahluktur. Bu zekâsını sadece insanları yoldan çıkarmak istikametinde kullanır. Mânevi yolculukta, kişi imân sahibi olana kadar yakın plânda idlâl vazifesini yapar.
Amelsiz inananlar ve az amelli inananlar onun idlâlinin zaten kurbanıdırlar. Kâfirler ise şeytanın dostlarıdırlar. Bu nedenle şeytan, tezkiye olmak isteyen müridle, diğer insanlardan, çok daha fazla uğraşır.
Birinin elinden kaçmakta olduğunu, hegemonyasından kurtulduğunu hisseden şeytan, son demde, bütün ustalığını kullanır, bütün imkanlarını seferber eder. Şeytan darbelerini hep sûreti Hak'dan görünüp vurur. Bu yolun yolcusu, yolun tehlikelerle dolu olduğunu bilmelidir. Gerçek bir mürşidin eteğine yapışarak bu tehlikeler bertaraf edilir.
Çünkü; Allah'a ulaştıran mürşid, Allahû Zülcelâl Hz.nin yardımını ve rahmetini alıp müride ileten bir Rabbani vasıtadır.
İblis, insanları dalâlete düşürmeye çalışırken hep nefsimizi kullanır.Nefsimizde mevcut olan 19 afetten herbiri şeytan için bir melce'dir. Bir sığınaktır.
Şeytan bu sığınaklara ulaşarak bizi idlâle düşürmek için tesirlerini, yani taleplerini gönderir. Bu nefsani talepler bize hangi ölçüde tesir ederse o ölçüde idlâle veya iğvaya düşeriz. Fakat, ihlasa ulaştığımız zaman, nefsimizdeki 19 afet tamamen şeytana sığınak olmak vasfindan kurtulmuştur.

15/HİCR-39: Kâle rabbi bi mâ agveytenî le uzeyyinenne lehum fil ardı ve le ugviyennehum ecmeîn(ecmeîne).
(İblis şöyle) dedi: “Rabbim, beni azdırmandan dolayı, onlara mutlaka yeryüzünde (azgınlığı) süsleyeceğim ve mutlaka onların hepsini azdıracağım.

15/HİCR-40: İllâ ıbâdeke minhumul muhlasîn(muhlasîne).
Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.

İhlâs noktasında kul nefsani talepte bulunabilecek melce'lerden tamamen kurtulmuştur. Bu sığınaklar olmadığı için şeytan onlara sığınamaz. Ve bize talep de ulaştıramaz. Nefsimizden hiçbir nefsani talebin yükselmediği bu noktaya ihlâs noktası diyoruz.


 

 

NEFS KALBİNİN ÖZELLİKLERİ


Yukarıda anlatılan nefsin 19 afeti ve şeytanın bu 19 afeti kullanarak insana nufuz etmesini önlemek için insan 19 afetten kurtulmak mecburiyetindedir. !9 afetin barındığı yer insanın nefs kalbidir.
İnsanın nefs kalbi, fizik vücudun kalb yapısına benzemez. İnsanın fizik vücudu hastalanabilir, yaşlanabilir. Nefs ise enerji bedendir. Hücrelerin azalması, yaşlanmak veya ölmek söz konusu değildir. Bu bakımdan fizik vucudun kalbinin görevleri nefs kalbi için de sözkonusu değildir. İki kalp şekil itibarı ilede farklıdır. Nefsin kalbi silindir şeklindedir. İki kapısı vardır. Başlangıçta her iki kapıda aşağıya dönüktür. Yukarıya dönük olması gereken kapının adına Nur Kapısı veya Takva Kapısı denir. 
Aşağıya dönük olan kapıya ise Füccur Kapısı denir.Bu silindirin içinde hareket edebilecek özellikte yaratılan bir mühür vardır. Bu mühür başlangıçta Rabbani kapının (Takva kapısının) bulunduğu yerdedir ve takva kapısını tamamen kapatmıştır. Bir kavanozun sımsıkı kapanmış olan kapağını gözümüzde canlandıralım. Diğer kapı ise böylece açık kalmıştır.
Bu kapıların özellikleri; 
TAKVA KAPISI; Nurların kalbin içine girmesi içindir.
FUCCUR KAPISI; Şeytanın karanlıklarının girmesi içindir. 
Ve görülüyor ki insan yaratıldığı zaman kalbindeki nur kapısı kapalı ve aşağıya dönük.
Şeytanın ona sokulabileceği füccur kapısı ise açık.
Kalbin içine baktığımız zaman, kalp kapkaranlıktır. 19 Afet orada yazılı bulunan küfür kelimesinin cazibe alanı içinde bulunmaktadır. Ve her geçen gün zaten karanlık olan kalp daha çok katılaşmaktadır.
Bir de kalbin içinde hicab-ı mesture, ekinnet adında engeller vardır. Secde 9 da Allah'ın bu kalbin içine koyduğu Semi (işitme) Fuad (idrak etme) Basar (görme) hassalarıda örtülü ve mühürlüdür. (bakara 7- casiye 23)

2/BAKARA-7: Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh(gışâvetun), ve lehum azâbun azîm(azîmun).
Allah onların kalplerinin üzerini ve işitme (sem'î) hassasının üzerini mühürledi ve görme (basar) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Onlar için azîm (büyük) azap vardır.

45/CÂSİYE-23: E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Hevasını kendisine ilâh edinen kişiyi gördün mü? Ve Allah, onu ilim (onun faydasız ilmi) üzere dalâlette bıraktı. Ve onun işitme hassasını ve kalbini mühürledi. Ve onun basar (görme) hassasının üzerine gışavet (perde) çekti. Bu durumda Allah'tan sonra onu kim hidayete erdirir? Hâlâ tezekkür etmez misiniz?

e Allah görmeyen işitmeyen ve idrak etmeyen insanlar için onların mezarda olduğunu veya hayvanlar gibi olduğunu söylüyor.

7/A'RÂF-179: Ve lekad zere’nâ li cehenneme kesîren minel cinni vel insi lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ ve lehum a’yunun lâ yubsırûne bihâ ve lehum âzânun lâ yesmeûne bihâ, ulâike kel en’âmi bel hum edallu, ulâike humul gâfilûn(gâfilûne).
Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.

8/ENFÂL-22: İnne şerred devâbbi indallâhis summul bukmullezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Muhakkak ki; Allah katında, (yerde yürüyen) hayvanların en şerrlisi (kötüsü) akıl etmeyen sağır ve dilsizlerdir.

35/FÂTIR-22: Ve mâ yestevîl ahyâu ve lel emvât(emvâtu), innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fîl kubûr(kubûri).
Ve hayy (diri) olanlar ve ölüler eşit olmaz. Muhakkak ki Allah, dilediğine işittirir. Ve sen, kabirlerde (mezarlarda) olanlara işittirici değilsin.

İşte insan yaratıldığı anda nefsinin bu özellikleri sebebiyle kafirdir ve dalalettedir. Nefsin bu özellikleri sebebiyle, ruh Allah'a ulaşamamaktadır, fizik vucut Allah'a kul olamamaktadır.

 

TEZKİYE OLMA EMRİ

Yüce Rabbimiz ezelde bütün zaman parçalarındaki insanları huzurunda toplamış ve hepimize: "Elestü bi Rabbiküm" (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) sualini sormuştur. Evvelce yaşamış ve ölmüş olan, halen yaşamakta olan ve daha doğmamış olan bütün insanlar o anda nefs, ruh ve fizik vücut olarak Allah'ın huzurunda idiler. Hepimizin verdiği cevap şöyle: "Kalû Belâ" (dediler ki evet). Yani hepimiz demişiz ki: "Evet sen bizim Rabbimizsin".

7/A'RÂF-172: Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ve kıyâmet günü, gerçekten biz bundan gâfildik (gâfilleriz) dersiniz diye (dememeniz için), senin Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından onların zürriyetlerini aldığı zaman onları, nefsleri üzerine şahit tuttu. (Allahû Tealâ şöyle buyurdu): “Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?” Dediler ki: “Evet, (Sen, bizim Rabbimizsin), biz şahit olduk.”

Kıyamet günü: "Muhakkakki biz bundan gafilleriz." (bizim bundan haberimiz yoktu) demesinler diye.
Bunun üzerine Allahû Tealâ buyuruyor: "Rabbiniz olarak hepinizden yemin istiyorum". Ve soruyor: "Yemin talebimi işittiniz mi?" Hepimiz cevap veriyoruz: "İşittik". "Öyleyse itaat edin ". Hepimiz yemin ediyoruz Ve Allahu Tealâ soruyor "itaat ettiniz mi" Ve hepimiz "itaat ettik" diyoruz. Bunun üzerine Yüce Rabbimiz hepimizi yeminlerimizle taahhüt altına sokuyor. Yeminlerimizle bizleri bağlıyor. Hepimiz yeminlerimizi yerine getirmeyi taahhüt ederek, yeminlerimizden sorumlu oluyoruz.

 

NEFSİN YEMİNİ

- Ezelde Allah'u Zülcelâl Hz.nin huzurunda verdiğimiz yeminlerden biri de nefsimizin yeminidir.
Bu yemin tezkiye olma yeminidir.
Hiçbir nefs tezkiye olmadan (temizlenmeden, arınmadan, terbiye olmadan) felâha (kurtuluşa, cennete) ulaşamaz. Sadece tezkiye olan nefsimizin felâha ulaşabileceği buyruluyor.

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.

Öyleyse Allah'a verdiğimiz yemin nefsimizi, fizik vücudumuzla beraber cennete götürebilecek bir yeminse bu yeminin tezkiye yemini olması zorunludur.
Kur'ân-ı Kerîmimizde bütün nefslerin cehennemde rehine olduğu, sadece yeminlerini ifa edenlerin (yerine getirenlerin), yani yeminlerine sahip çıkanların cennette olacağı beyan buyrulmaktadır.

74/MUDDESSİR-38: Kullu nefsin bimâ kesebet rehîneh(rehînetun).
Bütün nefsler, iktisap ettikleri (kazandıkları) dereceler sebebiyle (karşılığı olarak) rehinedirler (bağlıdırlar).

74/MUDDESSİR-39: İllâ ashâbel yemîn(yemîni).
Yemin sahipleri (yeminlerini yerine getiren nefsler) hariç.

74/MUDDESSİR-40: Fî cennât(cennâtin), yetesâelûn(yetesâelûne).
Onlar cennetlerdedir. (Diğerlerine) sorarlar.

Nefsimize ait Allah'ın üzerimize farz kıldığı yeminimiz;

5/MÂİDE-105: Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ey âmenû olanlar! Nefsleriniz, üzerinizedir (nefsinizin sorumluluğu üzerinize borçtur). Siz hidayette iseniz, dalâletteki bir kimse size bir zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman yapmış olduğunuz şeyleri size haber verecek.


Allah "nefslerimizin sorumluluğunu üzerinizedir." Buyuruyor. Çünkü nefsimizin kalbinin temizlenmemesi, afetlerden kurtulmaması demek fizik vücudumuzun da ruhumuzun da Allah'ın emirlerini yerine getirememesi demektir. 
Her üç vücudumuzun Allah'a teslimi nefsimizin tezkiye ve tasfiyesine bağlıdır. Nefsimizin sorumluluğunun ne kadar büyük olduğunu Yüce Rabbimiz de bize anlatmaktadır.

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.

Bir insanın felaha ermesi için mutlaka nefsini tezkiye etmesi gerekir. Nefs için tezkiye, bir başlangıçtır. 19 afetin kontrol altına alındığı noktadır. Daha sonra 19 afetin tamamen yok olması da nefse verilen bir farz emirdir. Kalbin %100 aydınlanması, tasfiye olması demektir. Nefs ahsen olacaktır.
Bir insanın nefsindeki 19 afetten kurtulması, kalbini zulmetten nura çıkarması nasıl gerçekleşebilir?

 

İNSAN NEFSİNİ KENDİSİ TEZKİYE VE TASFİYE EDEBİLİR Mİ?

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).

Kimse nefsinden kendi başına kurtulamaz. Allah bu gerçeği bizlere bir peygamberinin ağzından anlatıyor.

Aşağıdaki ayetlerde de aynı gerçeği görüyoruz.

24/NÛR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah'ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah'ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem'î'dir (en iyi işitendir) Alîm'dir (en iyi bilendir).

Allah'ın rahmeti ve fazlı olmadan aranızdan hiçbiniz ebediyyen nefsinizi tezkiye edemezsiniz.
Bu ayette nefsi tezkiye etmekle görevli Allah'ın nurlarının olduğunu anlıyoruz. Eğer o nurlar bir insanın kalbinin içine girmezse kalp aydınlanıp, nurlanamaz. Allah'ın nurlarının mutlaka kalbe girmesi gerekir ki nefsin kalbi karanlıklardan kurtulsun.

53/NECM-32: Ellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe lemem(lememe), inne rabbeke vâsiul magfireh(magfireti), huve a'lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum e cinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ.
Onlar ki, küçük günahlar hariç, büyük günahlardan ve fuhuştan içtinap ederler (sakınırlar). Muhakkak ki Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir. O, sizi topraktan yaratmıştı. Ve siz, annelerinizin karnında cenin idiniz. Öyleyse nefslerinizi temize çıkarmayın (nefslerinizi tezkiye ettiğinizi iddia etmeyin). O (Allah), kimin takva sahibi olduğunu daha iyi bilendir.

Yüce Rabbimiz insanın nefsini yaratandır. Ve yarattığını en iyi O bilir. Nefsin temize nasıl çıkacağının da O bilir. İnsanları ikaz ediyor. Nefslerinizi boşuna temize çıkarmayın. Çğnkü bunu kendi başınıza yapamazsınız.

2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, âmenû olanların (Allah'a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.

"Allah iman edenlerin dostudur" buyuruyor Rabbimiz. Buradaki iman ölmeden evvel Allah'a ulaşmaya imandır. 
"Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, Allah'ın tayin ettiği o gün mutlaka gelecektir"diyor Rabbimiz Ankebut 5de.
O halde Allah kimin nefsinin kapkaranlık zulmetle dolu olan kalbini nura çıkarıyor?
Allah'a ulaşmayı dileyenin.

Allah'ın bir insana yardım etmesi için insandan istediği tekbirşey vardır. Allah'a ölmeden evvel ruhunu ulaştırmayı dilemesi. Bu talebin içinde olan her insanı Allah mürşidine ulaştırır, kalpleri tezkiye ve tasfiye etmekle görevlendirdiği, izin verdiği resule o kişiyi ulaştırır. 
Resullerin görevlerine baktığımız zaman bu konudan emin oluyoruz.

3/ÂLİ İMRÂN-164: Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni'met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.


 

 


Bir başka ayet;

62/CUMA-2: Huvellezî bease fîl ummiyyîne resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
Ümmîler arasında, kendilerinden bir resûl beas eden (görevlendiren) O'dur. Onlara, O'nun (Allah'ın) âyetlerini okur, onları tezkiye eder (nefslerini temizler), onlara Kitab'ı (Kur'ân-ı Kerim'i) ve hikmeti öğretir. Ve daha önce (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) elbette onlar, sadece açık bir dalâlet içinde idiler.

Bir başka ayet;

2/BAKARA-129: Rabbenâ veb’as fîhim resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtike ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmete ve yuzekkîhim inneke entel azîzul hakîm(hakîmu).
Rabbimiz, onların arasından kendilerinden, onlara Senin âyetlerini tilâvet edecek (okuyup açıklayacak), onlara Kitap'ı (Kuranı Kerim'i) ve hikmeti öğretecek ve onların (nefsini) tezkiye (ve tasfiye) edecek bir resûl beas et (hayata getir). Muhakkak ki Sen, Sen, Azîz'sin, Hakîm'sin.


Rabbimiz Peygamberler zamanında bu görevi Peygamberlerine vermiştir.

2/BAKARA-151: Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
Nitekim size, aranızda (görev yapmak üzere), sizden (kendinizden) bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi)tezkiye (ve tasfiye) etsin, size Kitap'ı(Kurânı Kerim'i) ve hikmeti öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin..

Görülüyor ki Allah insanların nefsini tezkiye etsin diye resûller beas ediyor. 
Kim Allah'a ulaşmayı dilerse onu resûle ulaştırıyor. Onları zulmetten nura çıkarması için resûlüne izin veriyor.

5/MÂİDE-16: Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subules selâmi ve yuhricuhum minez zulumâti ilen nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).
Allah (c.c.), rızasına tâbî olan kişiyi onunla (Resûlü ile) teslim yollarına hidayet eder. Kendi izniyle onları karanlıktan aydınlığa (zulmetten nura) çıkarıp Sırât-ı Mustakîm'e hidayet eder (ulaştırır).


 

7/A'RÂF-35: Yâ benî âdeme immâ ye’tiyennekum rusulun minkum yekussûne aleykum âyâtî fe menittekâ ve asleha fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Ey Âdemoğulları! Sizin içinizden, size âyetlerimi anlatan (kıssa eden) resûller geldiği zaman, bundan sonra kim takva sahibi olur ve nefsini ıslâh ederse (nefs tasfiyesi yaparsa), artık onlara korku yoktur. Ve onlar mahzun olmazlar.

25/FURKÂN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet nuru gönderendir).

25/FURKÂN-71: Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi metâbâ(metâben).
Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah'a ulaşır (hayattayken ruhu Allah'a ulaşır).

Furkan suresi 70 ve 71 de mürşidine tövbe eden kişinin amilüssalihata başlayabileceğini görüyoruz.
Tövbe merasiminde Allah amilüssalihat için o kişinin son üç kalp şartını da tamamlar.
-Kalbin mührünü açar.
-Kalbin içindeki küfür kelimesini alır.
-Kalbin içine İman kelimesini yazar.
Yukarıda sayılan şartlar bu merasimde tamamlanır tamamlanmaz Allah'ın nurları kişi Allah'ı zikrettikce kalbin içine dolarak, kalpte amilüssalihata başlar. Böylece nefs tezkiyesi başlamış olur.

Kalp yavaş, yavaş aydınlanmaya başlar. Her nefs kademesinde biraz daha fazla zikir sebebiyle aydınlanarak önce tezkiyeye ulaşılır. Daha sonra aydınlanma zikir arttıkca artar ve tamamen aydınlanma gerçekleşir. Böylece tasviyeye ulaşılır. Nefs ahsene dönmüştür. Bu dünyadaki vazifesini böylece tamamlamıştır.

 

AFETLERİN DİZGİNLENMESİ NEFS-İ TEZKİYE

Tezkiyede nefsimizdeki afetler yerli yerinde durmaktadır. Ama, onlarla irademizle mücadele ederiz ve tezkiye seviyesinde onları genellikle mağlup ederiz. Taleplerini bize ulaştırırlar ama, mücadelenin sonunda, genellikle mağlup olurlar ve talepleri yerine getirilmez.

TEZKİYE KADEMELERİ

EMMARE KADEMESİ
Emmare nefs kademesindeki kişi nefsinin bütün isteklerine boyun eğen, nefsine esir olmuş kişidir. Allah'ın verdiklerini yeterli görmez. Hep elde edemediklerinin peşinde koşar. Elde ettikleri onu mutlu etmez. Çünkü o sırada kendisinde olmayan başka birşeyin peşine düşmüştür. Tatminsiz, doyumsuz ve mutsuz bir hayatı vardır. İşte mümin olan kişinin başlangıçtaki durumu budur. Nefsi Emmare'yi yaşamaktadır.
Aşağıdaki ayeti kerime bu kişinin durumunu ortaya koyuyor.

25/FURKÂN-43: E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen).
Hevasını ilâh edinen kişiyi gördün mü? Yoksa sen mi ona vekil olacaksın?

İşte bu yüzden Yusuf Peygamber nefsinden kurtulamayacağını, bunun mümkün olmayacağını söylüyor.

12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Muhakkak ki nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm'dir (rahmet nurunu gönderen ve merhamet edendir).

Görülüyor ki, Allah'ın 19 afetle donattığı nefsten insanın kendi başına kurtulması mümkün değil. Ancak insan nefsine esir oluyor ve onun emirlerine itaat ediyor. 
Nefsi emmare demek, insanın nefsinden emir alması demektir. Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerîm'de namaz kılmayı, oruç tutmayı, zikir yapmayı, nefsini tezkiye etmeyi, ruhunu Allah'a ulaştırmayı ve fizik vücudun Allah'ın kulları arasına kabul edilmesini sağlamayı emrediyor. Kişi, bunlardan hiç birini yapmıyor. Bir de Allah'ın yasak ettiği fiiller var. Kumar oynamayın, içki içmeyin, Allah'ın Allah'a ulaştırılmasını emr ettiği şeyi kesmeyin, şeytana tabî olmayın diyor. Kişi bunları yapmakta sakınca görmüyor. Öyleyse böyle bir kişi, Allah'dan emir alan kişi olamaz. Allah'ın emirlerini hiçe sayan, nefsinin emrinde olan bir insan bu.
Ama bu kişi artık tövbe etmiş, mümin olmuştur. Nefsini tezkiye etmekle görevli resule ulaşmıştır. Ve zikre başlamıştır. Yaptığı zikirlerle kalb %7 oranında aydınlanmıştır. Daha önceden (11. Kademede yaptığı zikirle rahmetin kalbe sızması ve %2 aydınlık, huşu oluşması) de %2 aydınlanma olmuştu. Toplam %9 bir aydınlanma olur. Bu kademede insan Allah'ın bire yüz ihsanını alır. Ve derecelerini nakısa düşürmez.


NEFSİN LEVVAME KADEMESİ
Bu sırada insanın nefsi Levvameyi yaşar. İnsan, nefsinin doyumsuzluğunu, nefsinin arzularını kınamaya başlamıştır. Artık nefsini tanımaya başlamış, ve ona esir olduğunun farkına varmıştır.
Aşağıdaki ayet levvame nefs için söylenmiştir.

75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.

İnsanın zikrinin biraz daha artması sebebiyle kalpteki nurlanma %7 daha artmıştır. Kalbin %16lık bir bölümü aydınlanmıştır.
Bu kademede Allahu Tealâ insana bire ikiyüz ihsan verir

NEFSİN MÜLHİME KADEMESİ

Nefs ilham almaya başlar. Hem Allah'tan hem de şeytandan. Artık ona telkinde bulunan iki çeşit ses vardır. Kişi bu aldığı ilhamları birbirinden ayırmaya çalışır. Bu dönem onun için yeni bir dönemdir. Tercihlerini Allah'tan aldığı ilhamlara göre yapmak için yeni bir mücadelenin içine girmiştir. Allah'ı daha çok zikreder. Zikri %7 daha artar. Kalbindeki aydınlık %23olur. Allah'ın ihsanları bire üçyüz katı bulmuştur.
Müridin Allah'dan ilham almağa başladığı devredir. Bu kademeye varan her mürid, Allah'dan mutlaka ilham alır. Ama her müridde bu ilhamı anlama yeteneği farklıdır. Bunun sebebi Allah'ın emirlerine riâyette şartlarının farklı şekilde yerine getirilmesidir. Diğer taraftan şeytan da ilham almaya başlayan salike (sulûkta olan, Allah'a doğru yolculuğa çıkıp yükselen). onu idlâle düşürecek ilhamlar vermeye başlar işte MÜRŞİD bu noktada müridine yardımcı olur ve onun şeytandan aldığı ilhamları ayıklar. Allah'dan gelenlere uymasını, şeytandan gelenlere itaat etmemesini emreder. Bu devreye Mülhime denir. Şems Sûresi'nin 8. Âyet-i Kerîmesinde şöyle buyurulmaktadır;

 

91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.


Takva Allah'ın ilhamıdır. Füccur ise şeytanın ilhamıdır. Allah'ın ilhamı takvanın gereği olarak amilussalihat olarak verilir veya nehyi anil münker olarak verilir. Füccur ise; bunun tamamen tersidir. Takva neleri gerektiriyorsa füccur da tam tersini gerektirir. Allahû Tealâ bir namazın vakti girdi mi ilham ile bizi namaza davet eder. Şeytan ise o namazı kılmamamız için her şeyi yapar. Böylece gördüğümüz odur ki, Allah'ın güzel davetine karşılık iblis, hep bizi Allah'ın güzelliklerinden ayırmak ister. Şeytanın insanın nefsine verdiği ilhamı, ifa ettirmemek için müridler gerekeni yaparlar. İşte Allah'ın emirleri dinlenirse, onların gerekleri yerine getirilirse, kişi bu mülhime kademesini de başarı ile aşar.

NEFSİN MUTMAİNNE KADEMESİ

Kalpteki nurlar %7 daha artarak kalbin aydınlığı %30u bulur. 
Burası nefsin tatmin olduğu, doyduğu devredir. Bu devrede salik, Rabbinin kendisi için uygun gördüğü" her şey ile tatmin olmuştur. Hırs adı verilen nefsin afeti durulmuştur. Eskiden neye sahip olursa olsun gözü doymazken, hep daha fazlasını isterken, nefs artık daha fazlasını istememektedir. Tevekküle ulaşmıştır. Elde ettiklerini yeterli bulmaktadır. Meşru veya gayri meşru ayırımı yapmadan mutlaka tatmine ulaşmak istediği hırslı devreleri nefs artık geride bırakmıştır. Ölçülü ve kontrollüdür. Yani mutmain olmuştur. Rad Sûresi'nin 28 Âyet-i Kerîmesinde Allahû Tealâ ve Tekaddes Hz. Mutmain olan bir nefsten bahs ediyor, ve buyuruyor ki;

13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah'ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah'ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?

Yani hırsını yener. Bir çok konularda hırsın hakîmiyeti sona ermiştir. Ruh Hakîm olmuştur. Burada bütünüyle sona eren, sadece nefsteki 19 afetten birisi hırstır. Hırs artık o vücud ülkesinde hüküm ferma değildir ki kişi mutmain olmuştur.

 

64/TEGÂBUN-16: Fettekûllâhe mesteta’tum vesmeû ve etîû ve enfikû hayren li enfusikum, ve men yûka şuhha nefsihî fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).
Artık Allah'a karşı gücünüzün yettiği kadar (en üst seviyede) takva sahibi olun. Dinleyin ve itaat edin! Ve kendiniz için hayır olarak infâk edin (verin). Ve kim nefsinin cimriliğinden kendini korursa (sakındırırsa), o taktirde işte onlar; onlar felaha (kurtuluşa) erenlerdir.

89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!



Ey Mutmain olan nefs diye daha evvellki üç kademeyi aşabilmiş mutmainneye ulaşmış mutmain olmayıda tamamlamış, doymuş hale gelmiş bir nefse sesleniyor ve sonraki iki kademeden bahsediyor. Madem ki, mutmain oldun artık diyor, Allâhû Tealâ'dan razı ol. Kişi zaten mutmain olmuşsa şunu fark etmiştir ki, Allah'ın kendisi için tayin ettiği ücret, iş, eş, çocuklar, arkadaşlar, iş çevresi ve diğer çevresi bütün bunlar Allah'ın uygun gördüğü en optimal kişilerdir. En uygun sistemlerdir. O zaman burdaki optimalliğin, en uygun oluşun, farkına varacaktır. Kişi farkına varırsa, Allahû Tealâ'dan razı olmamak için bütün sebepler ortadan kalkıyor.


NEFSİN RADİYE KADEMESİ

Fecr suresi 28. Ayet-i Kerime kişinin bu noktada Allah'tan razı olduğunu 
aynı zamanda Allah'ın da rızasını kazandığını söylüyor.

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!



Aynı ayeti Kerimeyi Allah'ın da rızasını kazandığımız altıncı nefs kademesinde kullanacağız.
Nefs-i Radiye; Nefsin doymuş olması, onu RIZA MAKAMINA ulaştırır. Bu devrede nefs, iyi ve kötüyü, hayrı ve şerri hasenatı ve seyyiâtı ayırt etmektedir. Bunlardan hangisi başına gelirse gelsin, olay iyi ve kötü, zararlı ve faydalı diye ayırabildiği halde, başına geleni tevekkülle kabul eder. Rabbinin o olayın başına gelmesinde oynadığı rolü iyi değerlendirir. Gerçekten her olay, ya Allah öyle olmasını istediği ve takdir ettiği için veya öyle olmasına müsade ettiği için, belli bir tarzda cereyan eder. 3. alternatif yoktur. Allah dileseydi olayı değiştirir başka bir tarzda başımıza gelmesini sağlardı. Ama, ya öyle takdir etmiş veya müdahale etmemiş ve olay o tarzda oluşmuştur. Bir olayın, Allah'ın iradesiyle vücuda gelmesi KADER, insanın iradesiyle oluşması ise KAZA'dır. Neticede ister kaza, ister kader olsun her olayda en azından Allah'ın müsadesi vardır. Allah haberdardır.
İşte RIZA makamındaki kul, her hadisenin en azından Allah'ın müsade etmesi ile gerçekleştiğini bilir ve kendi seviyesindeki ölçülere göre olay kötü de olsa nefsinin itirazını bastırarak razı olur. Burada, hem olay'ın kötü veya zararlı oluşu kanaatine varılıyor, hem de tevekkül edilerek razı olunuyor. İtiraz ve İsyan yok. Bu sebeble bu makama RIZA MAKAMI denir. RAZİYE denir.

Allah'tan razı olmuş kişiye Allah'u Tealâ bire beşyüz ihsan veriyor.
Zikir sebebiyle kalpte %7 daha aydınlanma artarak, kalb %37 oranında aydınlığa kavuşuyor.


NEFSİN MARDİYE KADEMESİ

6. nefs kademesi ise Allah'ın rızasının da kazanıldığı kademedir.

89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!

Madem ki, Allahû Tealâ herşeyin en uygununu bize ihsan etmiştir. O zaman biz herşey için Allâhû Tealâ'dan razı oluruz. O kişi bilecektir ki, Allah'dan razı olduğu anda Allah da ondan razı olmuştur. Her ne kadar Tezkiye kademelerinde Allahû Tealâ , "Ey kulum Biz senden razı olduk, sen de Biz'den razı oldun mu?" diye sual sorarsa da bu sadece kulunu onore etmek içindir. Allahû Tealâ kendisi razı olmuştur ve kulunun da ondan razı olduğunu bilmektedir. Ama yine de ona onur vermek için böyle bir suali sorabilir. Şimdi bilinmelidir ki, Allah'dan razı olmayan bir kişiye bu sual sorulmaz.


NEFSİN TEZKİYE KADEMESİ

Bu kademedeki nefs tezkiyesini tamamlamıştır. Ve kişi felâha
ermiş ahiret (cennet) saadetinin sahibi olmuştur. 
Demek ki, tezkiye olmak, Allah'a varmak, dönmek için bir vasıtadır. Kimse bu dünya hayatını yaşarken tezkiye olmadan, nefsini tezkiye etmeden Allah'a vasıl olamaz, dönemez. Onun için Allahû Tealâ tezkiyeyi kurtuluş anlamında kullanıyor.


 

91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.

buyuruyor.

Demek oluyor ki insan bu yedi kademede nefsini tezkiye ederse ruhu için de, ayrı bir olay cereyan eder, vuslat. Aynı anda fizik vücudumuz da Fecr Sûresi'nin 29. Âyet-i Kerîmesi gereğince Allah'ın kulları arasına girmeye hak kazanır.

89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah'a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.

89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.

35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah'adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah'a döner, ulaşır).

Yukarıdaki ayetler grubunda görüldüğü gibi Ruh Allah'a vasıl olunca, nefs tezkiye oluyor, fizik vücud Allah'a kul oluyor. Ve insan Ahirette cennete sahib oluyor. Bu son nefs kademesinde insan %7 daha zikrini arttırarak kalbinin aydınlanma oranını karanlıklardan daha çok arttırmıştır. %51 aydınlıkla ruhunun hasletleri, nefsinin afetlerine baskın çıkmıştır. Allah'u Tealâ'nın bire yediyüz ihsanının sahibidir. Artık Hakk'a ruhu ulaşmış olması sebebiyle Hakk'ı tavsiye eden kişi olmuştur. Vel Asr suresindeki hüsrandan kurtulanların ikinci kademesi;

103/ASR-3: İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve tevâsav bil hakkı ve tevâsav bis sabr(sabrı).
Ama âmenû olanlar (ilk 7 basamağı aşanlar), nefs tezkiyesi yapanlar (ikinci 7 basamağı aşanlar), Allah'a ruhu ulaşıp Hakk'ı tavsiye edenler (üçüncü 7 basamağı aşanlar) ve sabrı tavsiye edenler (dördüncü 7 basamağı aşanlar) hariç.

AFETLERİN YOK OLMASI, NEFS-İ TASFİYE


Tezkiyeden sonra Nefs ile mücadele devam eder. Amilüssalihatla insan nefsindeki kontrol altına aldığı afetleri yok etmeye çalışır. Tasfiye kademelerine, Velayet kademeleri de denir. Her velayet kademesinde %10 aydınlanma olur. 
Fena Makamı;%51 aydılık olan tezkiye edilmiş kalp %10 daha aydınlanarak %61 e ulaşır.
Beka Makamı; Zikir artar ve kalpteki aydınlık %71e ulaşır.
Züht Makamı; Zikir günün yarısını aşar. kalpteki aydınlanma %81 e ulaşır.
Muhsinler Makamı; Zikir daimi zikre yaklaşır. Kalpteki aydınlık %91e ulaşır.
Ulul Elbab Makamı; Daimi zikre geçilir. Kalp %100 aydınlanır.
Nefsimizdeki 19 afet tamamen şeytana sığınak olmak vasfindan kurtulmuştur. Yani nefs, talepte bulunabilecek melcelerden tamamen kurtulmuştur. Bu melceler olmadığı için şeytan onlara sığınamaz ve bize talep de ulaştıramaz. Nefsimizden hiçbir negatif talebin yükselmediği bu noktaya, "Nefsimizin Talepsizlik" noktası diyoruz. Burada 19 afet yok olur ve onların yerlerine, ruhumuzun 19 hasleti fazıllar olarak kalbimize yerleşir. Nefsimizin talebi, ruhumuzun talebiyle aynıdır. Kalbimizde iki ses yerine tek ses vardır. Bu ses Hakk'ın sesidir.

 
     
     
 
     
   

 


Bugün 4 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı!
El Fatiha.

BISMILLAHIRRAHMANIRRAHIM. 1/FÂTİHA-1: Bismillâhir rahmânir rahîm. Rahmân ve rahîm olan Allah'ın ismi ile. 1/FÂTİHA-2: El hamdu lillâhi rabbil âlemîn (âlemîne). Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır. 1/FÂTİHA-3: Er rahmânir rahîm(rahîmi). Rahmân’dır, Rahîm’dir. 1/FÂTİHA-4: Mâliki yevmid dîn(dîne). Dîn gününün mâlikidir. 1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu). (Allah'ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz. 1/FÂTİHA-6: İhdinâs sırâtel mustakîm(mustakîme). (Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır). 1/FÂTİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne). O yol (SIRATI MUSTAKÎM) ki; üzerlerine nimet verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.
Allah Kabul Etsin.


Allah razi olsun.
Allaha Ulasmayi Dileyin
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol